Sevgi Gönül: “Anneciğim, seni özlüyorum...”
Ezelden beri eskiye püsküye meraklı rahmetli annemle beraber bitpazarlarını ve kötenecileri dolaşırdık.
Bu tür dükkânlarda -ki bunlara dükkân demeye bin şahit lazım- bütün eski zannedilen ve hakikaten eski olan eşyalar karmakarışık birbirinin üzerine yığılı bir şekilde, toz ve pislik içinde sergilenirdi.
Aralarından eski bir şeyler bulup çıkarmak için iyice dikkatli bakmak ve uzun uzun vakit harcamak gerekirdi. Çok nadir de olsa bazı ilginç ve eski parçalar yakalamak mümkündü. Hem de çok ehven fiyatlara.
O zamanlar İstanbul’da bugünkü gibi bilinçli antikacılık yapan esnaf tek tüktü, okumuş yazmış bitpazarcılar yoktu. Bu tür dükkânlarda çok eğlenirdim. Kimsenin görmediği bir eşyayı yakalamak, zor da olsa, anneme ve bana çok haz verirdi.
Sevgi Gönül,
Sevgi’nin Diviti, Vehbi Koç Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003; s. 84;
Hürriyet, 16 Aralık 2001
***
Annem, son derece konservatif ve geleneklerine bağlı bir insandı.
Dindardı, çok hastalık çeken ablam yüzünden midir nedir, Allah’ına güvenen ve ibadetini eksik etmeyen, fakat gayrimüslimlerden de çok dostu olan bir kişiydi. Çok yumuşak sesli ve çok yumuşak başlı olmasına rağmen çok disiplinli yetiştirmişti hepimizi. Hepimizle ayrı ayrı ilgilenir ve şefkatini esirgemezdi.
Hayatı boyunca kayınvalidesi ile yaşamıştı ve babamıza çok saygılıydı. Onu eve geldiği veya gittiği zaman muhakkak karşılar yahut geçirirdi.
Beraber yaşadığımız günlerde kavga ettiklerine sadece bir gün şahit olmuş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Babam işkolik bir adamdı, karısının arzularını yerine getirmeye vakti olmazdı ve son derece titiz olduğundan dağınıklığa tahammülü yoktu, zor bir adamdı.
Annem bütün bu zorluklara göğüs gerer, sesini çıkarmazdı. Ben olsam tahammül etmezdim, zahir, babamı çok severdi. Üstüne üstlük o devirde flört etmek mevzubahis olmadığı ve babam da teyzesinin oğlu olduğu halde sadece bir kere görüp öyle evlenmişti.
Çok titiz ve süper bir ev kadınıydı. Ev ekonomisinin ne olduğundan çok iyi anlardı. Yemek pişirmeyi bilmediği için devamlı ahçının yanında bu bilgisizliğinin kompleksini yenmeye çalışır ve bizlere yalvarırdı, “Ne olur mutfağa girin ve ahçıdan bir şeyler öğrenin” diye. Herhalde ters tepmiş ki, hiçbirimiz yemek pişirmeyi öğrenemedik. Aşk mideden geçer hesabı...
Bizim sorunlarımızı babamıza hiç taşımadı, hep kendisi halletmeye çalıştı. Bizler evlenirken cebimize yüklü miktarda para koymuştu. Zira kendi annesi para vermemiş, annem de o zaman yeni gelin, istemeye utanmış ve günlerce parasız yaşamış, sıkıntı çekmişti. Yine bizlere evlenirken nasihat etmişti, “Kocalarınızla kavga ederseniz sakın ha bana anlatmayın, zira siz koynuna girer unutursunuz, ama ben unutamam” diye... Hep damatlarının ve gelininin tarafını tutardı. Onlara son derece saygılıydı, sırf biz kızları ve gelini mutlu olsun diye. Onları kapıdan karşılayıp geçirirdi, tıpkı kocasına yaptığı gibi. İyi bir ev sahibesiydi ve hiçbir zaman övünmezdi.
Çok güzel örgü ve dantel örerdi. Çok çalışkandı, hiç boş oturmazdı. Politikayı yakından takip ederdi ve kocasından dolayı bütün politikacı hanımları ile görüştüğü gibi Anadolu bayilerinin hanımlarını da aynı zarafetle ağırlardı.
Bahçeye ve çiçeklere çok meraklıydı, özellikle de bitkilerden yapılmış olan kocakarı ilaçlarına. Hepsini de bizim üzerimizde denerdi. Hepimize zorla eşek sütü içirmişti, çünkü anne sütüne çok yakın olduğuna inanırdı. Eli açıktı, bir seyahate, herhangi bir yere gittiği zaman herhangi bir alışverişi mutlaka beş adetti. Bir kendi evine, bir de biz dört çocuğa alınırdı. Hiçbir zaman bizi birbirimizden ayırmadı. Her çocuğunun her şeyi tamam olmalıydı. Güzele meraklıydı. Aldığını güzel seçerdi.
Bazen düşünüyorum da, iyi ki çocuğum olmadı diye seviniyorum. Çünkü ben hiçbir zaman onun kalitesinde, onun gibi şefkatli, onun gibi fedakâr bir anne olamazdım. Allah kime ne vereceğini gayet iyi biliyor.
Kısa süren hayatın bütün bu fedakârlıklara değdi mi bilmiyorum ama, hiç değilse seni burada sevgiyle anmama sebep oldu.
Anneciğim seni özlüyorum.
Sevgi Gönül,
Sevgi’nin Diviti, s. 128-129;
Hürriyet, 12 Mayıs 2002
***************
“Anacığımın kokusu 30 senedir hâlâ burnumda”
Annem neredeyse hayatı boyunca kayınvalidesiyle yaşadı. Çok çalışan ve çalışmaktan başka hiçbir zevki olmayan bir kocası vardı. Üstüne üstlük para kazanmakla birlikte parasını daima işine yatırıp lüksten kaçınan bir adam... O kadar ki, o devirde herkesin gitmeye can attığı Cumhuriyet Balosu’na bile, eve gelen berberle uğraşarak saçlarını yaptırmış ve bütün gün hazırlanarak giyinmiş kuşanmış bir kadına son dakikada rahatlıkla “Ben çok yorgunum bu gece gitmeyelim” diyebilen bir koca. Kız kardeşinin genç yaşta ölen kocası dolayısıyla manen desteği üstlenen babama çok yardımcı olmuştur annem. Velhasıl çilekeş bir kadındır ve Vehbi Koç, bugün koskoca bir iş âlemi kurabilmiş ise başarısının yüzde ellisini karısına borçludur, bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Babam çok titiz bir adamdı, muntazam çekmeceleri açar, en alttaki mendili çekerek dolapların tekrar düzeltilmesini isterdi. Hiç unutmuyorum, ameliyat olmuştu ve yataktan ilk kalktığı gün dosyaları tertiplemişti, titizliğine şaşmıştım. Annem, işte bu zor adama tahammül etmişti. Hep merak ederim, acaba görmeden, tanımadan evlendiği bu adama âşık mıydı diye. Bunu hiçbir zaman anlayamadım. Malum ya, Anadolu terbiyesi bu; hisler belli edilmemeli, yoksa ayıptır. Annem babama çok hürmet ederdi. Bütün ev babamızın yaşantısına göre ayarlanırdı. Yemek saatleri, uyku saatleri, haber dinleme saatleri, her şey, her şey ona göre ayarlanırdı. Biz kızlar da her ne kadar onun gibi fedakâr değilsek de, anamızdan ne gördükse, benzerini kendi kocalarımızda tatbik etmeye çalışmaktayız.
Annem, dört çocuğunu büyüttü. Her birimizin bazı sıhhi sorunları, okul sorunları oldu ve hepsiyle annemiz uğraştı; babamıza bizim sorunlarımızı yansıtmamaya çalışırdı, adamcağız işinde sakin kafayla çalışabilsin diye.
Sevgi Gönül,
Sevgi’nin Diviti, s. 262;
Hürriyet, 11 Mayıs 2003