[Çalışma Bakanlığı’nda eğitimime uygun bir işte çalışma talebimin kabul edilmemesi üzerine duyduğum] üzüntüyle bakanlıkların bulunduğu semtten ana bulvara çıktım. Büyük bir karamsarlıkla Kızılay’a doğru yavaş yavaş inmeye başladım. Yaşadığım gayretli ve son derece sıkıntılı yıllar, bir sinema şeridi gibi gözümün önünden geçti. Yaklaşık 15 dakika sonra kulağıma, uzaktan “Nusret, Nusret” diye bir ses geldi. Ses, sağ tarafımda Çankaya’ya yönelmiş siyah renkli bir otomobilden geliyordu. Otomobilin ön yan camında elini sallayan şahsın Vehbi Bey olduğunu gördüm. Yanına yaklaştım. Arabayı kendisi kullanıyordu.
Ellerinde bugün dahi gayet iyi hatırladığım, üzeri delikli deri eldivenler vardı. Çok tatlı ve müşfik bir tonla bana “Nusret, bu ne hal? Gemilerin mi battı, çok üzgün görünüyorsun” dedi. Beni, sanki kâbus dolu bir uykudan uyandırmış gibiydi. Kendimi toparladım. Ayaküstü, Çalışma Bakanlığı’na yaptığım iş başvurusunun reddedildiğini anlatarak, sebebin bu olduğunu söyledim.
Beni arabasına davet etti. Ticaret Bakanlığı’nda yarım saatlik bir görüşmesi olduğunu belirterek, daha etraflıca sohbet etmek istediğini, bu nedenle de arabada kendisini beklememi istedi. Zannediyorum ki 20 dakika sonra döndü ve birlikte Ulus Meydanı’nda Koç Ticaret’teki odasına geldik. Öğlen vaktiydi. Vehbi Bey, en son dört beş sene önce karşılaştığımızı hatırlatarak, “Yanılmıyorsam o zaman, hem Merkez Bankası’nda çalışıyor hem de Hukuk Fakültesi’ne devam ediyordun. Sonra ortadan kayboldun. Askere gittiğini, evlendiğini veya Ankara dışında bir iş bulduğunu düşünmüştüm” dedi.
Kendisine fakülteyi bitirdikten sonraki dönemi kısaca özetledim. Vehbi Bey gayet dikkatli bir şekilde dinledi; hikâyemin, bakanlık müsteşarından daha çok ilgisini çektiği açıktı. Zaman zaman kısa notlar aldı. Sonra da Zevk Lokantası’nda yemeğe davet etti ve İlhan’a (Arsel) da haber verdi. Üçümüz çok keyifli bir yemek yedik, bu olumlu hava sıkıntımı bir anda dağıttı.
Yemek sonrası tekrar bürosuna döndük. Bana “Nusret, şimdi seninle iş konuşalım. (İlhan da konuşma sırasında bizimle beraberdi.) Yarın bende 500 lira aylıkla işe başlayacaksın” dedi. Hiç beklemediğim böyle bir teklif karşısında çok şaşırmıştım. Ancak bir anda kendimi toparlayarak kendisine “Vehbi Bey, herhalde halime üzüldünüz. Belki de acıdınız ve beni memnun etmek için böyle bir öneri yaptınız” dedim. Sonra da sözlerimi şöyle sürdürdüm: “Teşekkür ederim, ancak üstleneceğim görevde nasıl faydalı olabileceğimi, yetki ve sorumluluklarımın neler olduğunu, önceden yazılı bir notla bildirirseniz ben de ona göre sizleri memnun etmek isterim” dedim. Vehbi Bey beni sabırla dinledi ve teklif ettiği iş hakkında nihai bir karar verebilmem için Koç Ticaret’in Genel Müdürü Hulki Alisbah Bey ile daha etraflıca bir görüşme yapmamı tavsiye etti.
Tabii ki Vehbi Bey’in dediği oldu ve bir hafta sonra Hulki Bey’i ziyaret ettim. Beni çok dostane bir şekilde karşıladı. Yaklaşık bir saat görüştük. Bu suretle, Koç Ticaret’te Sayın Hulki Alisbah’ın yardımcısı ve ikinci derece imza yetkisiyle, aylık net 500 TL ücret ve yılda 15 günden başlayacak senelik izin ile Vehbi Koç ve Hulki Alisbah’ın odaları arasında, benim için hazırlanan odada 1953 yılının Mart’ında işe başladım.
Nusret Arsel, Ana Duası, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 61-62