İnan Kıraç’ın Koç Topluluğu’nda işe başlaması…
Kardeşim İnan Kıraç Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra askerliğini de tamamlamış ve hayata atılmak için bir arayışa yönelmişti... İnan benden dokuz yaş küçüktür. Annemizi kaybettiğimiz 1946 yılında, o henüz on yaşında bir ilkokul talebesiydi. Babamızın elli yedi yaşındaki ölümü de bizim “aile acılarını” çok erken yaşamamıza sebep olmuştu...
Artık İnan ve ben, birbirimize sarılarak hayatın zorluklarını aşmak zorundaydık... Benim 1954 yılında evlenmem İnan’da “yalnız kalma” duygusu yaratmıştı...
Bu duygu ile inzivaya çekilircesine, Kemer Barajı şantiyesinde tercümanlık yapmaya başlamıştı... Ben ise onun daha ciddi bir işte çalışmasını ve kendisine olan güvenini, ilerleyeceği bir yerde sınamasını arzu ediyordum...
İzmir’e yerleştiğim dönemde, 1961 yılında bu düşüncelerimi Bernar Nahum’a açmış, “Beni yetiştirdiniz, şimdi sıra İnan’a geldi. Biliyorsunuz, biz dal budak salmış bir aile değiliz, İnan karakterli ve meziyetli bir gençtir. Yanınıza alır ve ona da ustalık yaparsanız memlekete başarılı bir insan kazandırırsınız” diyerek Koç’un kapısının İnan’a da açılması için ilk girişimi yapmış oluyordum...
Mösyö Bernar bu teklifimi dikkate alacağını, Vehbi Beyle görüşüp kararı bana bildireceğini vaat etmişti. Ancak, ortak müdür statüsündeki Bernar Nahum’un genç bir insanı işe başlatması için Vehbi Koç’un onayını alma düşüncesi beni bir hayli şaşırtmıştı... Bernar Bey’le yaptığım görüşmeden on beş gün sonra aldığım cevap şaşkınlığımı büyük bir hayrete dönüştürüyordu! Mösyö Bernar, bana telefonda “Vehbi Bey’le İnan’ın işini görüştüm. Tahmin edemediğim bir itirazda bulundu, iki kardeşin aynı grupta çalışmalarının doğru olmayacağını söyledi!” diyordu... Ben ne diyeceğimi düşünürken, Bernar Bey, Vehbi Bey’in itirazındaki gerekçeyi açıklıyordu; “Can, İzmir’de başarılı oluyor, ilerde önemli görevler alabilir. Kardeşinin beklenmedik bir aksaklığı onu engelleyebilir. Bu düşünceyle kardeşlerin beraber çalışmalarını doğru bulmuyorum.” Benim söyleyecek bir şeyim kalmamıştı... Bernar Bey ümidimi kırmamak için olacak; “istersen Vehbi Bey’le bir defa da sen görüş, belki ikna edersin” diyerek kapının aralık kalmasını sağlıyordu...
Bu cesaret kırıcı görüşmeden sonra İstanbul’a yaptığım ilk seyahatte, 1960’lı yıllarda Koç’un karargâhı olan Merkez Han’da Vehbi Koç’la görüşmeye karar veriyordum. Amacım Vehbi Bey’in, İnan’ı tanımasını sağlamaktı... Görüşmeye kendimi öne sürerek başlamıştım, “Görüyorsunuz, canla başla çalışıyorum ve beni beğendiğinizi hissediyorum! Kardeşim İnan da aynı mayadandır. Onun da tam bir fedakârlıkla çalışacağına inanıyorum. Benim gibi İnan’ın da Mösyö Bernar’ın yanında üç aylık bir deneme geçirmesine izin verin, işe yaramaz ise kapının önüne koyarsınız!” Bunları peş peşe söyledikten sonra, hatırladıkça hâlâ hoşuma giden bir benzetme yapıyordum; “Biz kılçıksız bir ‘balığız’, pişman olmayacaksınız! Lütfen İnan’ı kabul ediniz ve tanıyınız.” Vehbi Bey’in, “Kılçıksız balık olmak ne demekmiş?” sorusunu da, “Hayatta iki kardeşiz! Bize destek olacak kendimizden başka kimsemiz yok!” şeklinde cevaplayarak görüşmeyi oldukça dramatik bir havaya sokmuştum… Benim bu duygusal yaklaşımıma Vehbi Bey’in verdiği cevap daha ilginç olmuştu: “Sen kendini kılçıktan saymıyor musun?”
Her şeye rağmen bu görüşmem olumlu sonuçlanmıştı. Vehbi Bey, “Haftaya salı sabahı saat on birde kardeşin bana gelsin. Bilirsin salı günleri benim için uğurludur!” demişti... Artık dünyalar benim olmuştu. İnan’ı İstanbul’a göndermeden önce yaptığımız hazırlıkların ayrıntısına burada girmek istemiyorum. Bunları, İnan’ın hayat hikâyesini yazacağım zamana bırakıyorum! Yalnız şurası bir gerçektir ki, Vehbi Koç’un “insan sarraflığı” İnan’ın Koç’ta işe alınması ile bir defa daha tescil edilmiş oluyordu... Vehbi Bey, bu kararı ile yalnız bugünkü başarılı Koç Holding Yürütme Kurulu Başkanı’nı değil, aynı zamanda müstakbel damadını da seçmiş oluyordu.
İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan, Koç ailesini uzun yıllar bağrında barındırmış olan Çankaya Apartmanı’nın görkemli salonlarında toplanan aile yakınları arasında 29 Aralık 1967 günü nikâhı kıyarken, Vehbi Koç, evlatlarının mürüvvetini görmenin sevinci içinde, “Çocuklarımın hepsi de yuvada kaldı! İnşallah damatlar da başarılı olurlar!” diyerek mutluluğunu ve umudunu dışa vurmaktan korkarcasına, içinde saklamaya çalışıyordu...
Can Kıraç, Anılarımla Patronum Vehbi Koç, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1995, s. 173-74